MÜJDE IŞIL – Bu sene prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nden Büyük Jüri Ödülü ile dönen “Afire/Kızıl Gökyüzü”, Christian Petzold’un “Undine” ile başladığı element üçlemesinin ikinci filmi. Petzold melankolik ve duygusal dünyasıyla, çoğu sinemaseverin gönlünü fethetti. “Kızıl Gökyüzü” yönetmenin o buram buram aşk melankolisi kokan filmlerinden biri değil. Edebiyatla bağ kurarken erkek egosuyla kadın duyarlılığını karşı karşıya getiriyor. Leon, yazdığı romanı bitirmek için fotoğrafçı arkadaşı Felix’in Baltık Denizi kıyısındaki yazlığına gider. Burada Nadja ve cankurtaran Devid ile tanışır. Yakındaki ormanda başlayan yangın onlara doğru yaklaşırken aralarındaki bastırılmış hisler de su yüzüne çıkar.
Yazar tıkanıklığı
“Kızıl Gökyüzü” çok karakterli bir yapıda olsa da Leon’un yazarlık krizi ve duygusal çaresizliği üzerine hassas bir hikâye anlatıyor. Leon yeni kitabında tıkanma sorunu yaşıyor. Ama bunu kendine yakıştıramadığı için çevresindekilerin huzurlu, neşeli, hayat dolu olmasından da rahatsızlık duyuyor. Onun direncini kıran ise kendi ayarında görmediği Nadja oluyor. Nadja’nın sevecenliğinin etkisi altına giriyor; bu da onu duygusal açıdan güçsüz, çaresiz bir noktaya getiriyor. Petzold, Leon’un nezdinde yazarlık mesleğinin ve erkekliğin egosunu birleştiriyor. Ve ortaya nemrut, kibirli, hayatı olanca neşesiyle yaşamaktansa kendini açmazlara mahkûm eden bir karakter çıkıyor. Onun karşısına ise hayatı kucaklayan Nadja’yı konumluyor. İki zıt kutup bir noktada buluşunca yakındaki orman yangını metaforuyla bütünleşiyor. Petzold, duygusal modunu çok açmasa da kadim oyuncusu Paula Beer’ın varlığıyla ışıl ışıl bir atmosfer kuruyor. Petzold filminde kadının varlığı ve ruhsal olgunluğuyla erkeğin egosal acizliklerini karşılaştırıp hayatın enerjisini ve yaratıcılığını kadın karakterle bütünleştiriyor.